KONFEDERASYON HABERLERİ

DEMOKRASİ İÇİN SENDİKALARIN GÖREVİ
DEMOKRASİ İÇİN SENDİKALARIN GÖREVİ
ALİ KÜÇÜKKÖSEN
Demokrasinin demos`un, yani halkın yönetimi olduğunu biliyoruz. Fakat yönetme kabiliyetine ve kapasitesine sahip olan halk nasıl tanımlanmalı? Halk kimdir, demokrasinin demosu çok daha sınırlı bir çevreyi mi ifade eder? Aslında bu soruların cevabı tarih içinde sürekli değişmiştir. Yunanlılarda demos herkes değildi. Aristo`ya göre demos, rejimi ``ayak takımına`` teslim ederek soysuzlaştırmayacak ölçüde sınırlı, fakat aynı zamanda dar bir çevreye bırakmayacak ölçüde de geniş bir tabanı ifade etmektedir. Yani Aristo, halkı herkes olarak görmüyor.
Daha sonraki uzun asırlar boyunca demokrasi unutuldu, monarşi dönemi yaşandı. Diktatörlükler kuruldu. Nihayet yirminci yüzyılda demokrasi yeniden insanoğlunun gündemine geldi. Özellikle Avrupa`da sınıflar arasındaki mücadele çerçevesinde gelişen hukuk ve rejim, siyaset oyununu peyderpey herkese açtı. 19. yüzyılın başlarında kimi Avrupa ülkelerinde sadece malı mülkü olanlar oy kullanabilirken, yüzyılın sonunda kadınlar hariç hemen hemen diğer tüm kesimler oy hakkını elde etmişlerdi. Demokrasinin asıl yükselişi İkinci Dünya Savaşı`nın ardından oldu. Savaşta galibiyeti elde eden müttefikler, tüm dünyada demokrasinin yerleşmesine de öncülük etmeye başladılar. Amaç, halkın etkin olduğu siyasi rejimlerin daha istikrarlı ve akli bir özelliğe sahip olacağı beklentisiydi. KLASİK DEMOKRASİ YETMİYOR
Ancak demokrasinin son altmış yılına baktığımızda, klasik demokrasinin artık karmaşık modern toplumların yönetiminde yeterli olmamaya başladığını gördük. Seçimlerin yapılması, temsilcilerin seçilmesi ve nihayet gelecek seçimlere kadar onların karar vermeleri şeklindeki uygulama sorunlar doğuruyordu. Böylelikle çoğunluk, bir şekilde iktidar olabiliyordu fakat demokrasinin özünü teşkil eden muhalefetin varlığı ve etkinliği kendisine hayat alanı bulamıyordu. Bilindiği gibi demokrasinin temel ilkelerinden birisi muhalefetin varlığı ve bir gün iktidar olabilme potansiyeline sahip olmasıdır. İktidarlar tüm rejimlerde vardır, demokrasiyi bunlardan ayıran tam da muhalefete biçtiği bu eşsiz roldür. Öte yandan iktidarın nihayetinde temsili bir iktidar olduğu atlanmamalıdır. Geniş yığınlar bir seçimden diğerine yapılanların adeta sadece seyircisi konumundadırlar. İşte toplumun sürekli olarak iktidarı gözetip kontrol etmeye çalışması, karar süreçlerine daha fazla müdahil olması düşüncesi klasik demokrasinin gözden geçirilmesine ve eleştiriler istikametinde yeniden yapılanmasına yol açtı. Radikal Demokrasi, Müzakereci Demokrasi, Plebisiter Demokrasi gibi kavramlar bu süreçte telaffuz edildi. Hakkında en çok konuşulan konulardan birisi de sivil toplum ve onun örgütlenmesi oldu. Buradaki amaç ise, sivil alanda gönüllülük esasında, devlete mesafeli, hukuka uygun yapıların ortaya çıkması ve bunların bir takım kamusal roller üstlenmesiydi. Türkiye`de özellikle seksenli yıllardan sonra sivil toplum konusu çok daha sıklıkla gündeme geldi, peş peşe çeşitli STK`lar kuruldu, bunlar kendi alanlarında kamuyu aydınlatmak ve iktidara yol göstermek için çalışmalar gerçekleştirdiler. STK`ların kurulması, geniş yığınların iktidar üzerindeki etkilerinin böylelikle süreklilik kazanması, başta sorduğumuz, ``demokrasinin demosunun kim olduğu`` sorusunun cevabını da şekillendirmektedir. Demokrasilerde halk ya sayısal olarak ya da keyfiyet olarak sınırlandırılırken, demokrasinin ulaştığı bu yeni aşamada demosun sınırları en geniş şekilde belirlenmeye çalışılmaktadır. Günümüzde artık herkesin daha fazla ve etkin bir şekilde siyaset üzerinde söz sahibi olmasının yolları açılmaya çalışılmaktadır. Bunun mükemmel ölçülerde olduğunu kimse iddia edemez. Bizim bu tespitimiz geçmişteki yönetim örnekleriyle günümüz arasındaki karşılaştırmanın neticesi olarak ifade edilmektedir. Bu tarihsel çizgiye baktığımızda sendikaların da demokrasinin ulaştığı bu yeni anlamda önemli bir yerleri olduğunu görüyoruz. İşçi sendikaları uzun tarihleri içinde mesleki çıkarları için olduğu kadar kamusal amaçlar için de faaliyet göstermişler, bu yönde bir irade ortaya koymuşlardır. Ancak takdir edilmelidir ki, bir kurumun etkinliğini belirleyen onun fikirlerinin haklılığı kadar pazarlık gücünün varlığıdır. Güçten yoksun fikirlerin dikkate alınması kolay değildir. İşçi sendikalarının arkalarındaki yığınların iradesini siyaset alanına taşımalarını ağlayan, grev gibi bir pazarlık gücüne sahip oluşlarıdır. Grevsiz bir sendikal mücadele düşünülemez. FİKİR VE GÜÇ İLİŞKİSİ
Ülkemizde ne yazık ki memur sendikaları grev hakkına sahip olamadıkları için siyasete katılma ve kararlarda etkin olma özelliğini fikirlerinin ikna ediciliğinden almaya çalışmaktadırlar. Bunun ne kadar sınırlı bir güç olduğu malumdur. Dünyadaki demokrasinin gelişim trendine uygun şekilde ülkemizde de atılımların yapılması, yığınların siyasete katılmalarının önünün açılmasının yolu, kesimlerin müzakerelere bir güçle katılabilmeleridir. Bu manada memur sendikalarına anayasal olarak grev hakkının tanınması önemli bir adım olacaktır. Bunu sadece milyonlarca çalışana sahip olan memur sendikaları adına bir hak değil, demokrasiye karşı toplumsal bir ödev olarak değerlendirmek gerekir. Bu adım, uzun yıllardan bu yana tekrar edilen demokrasinin geliştirilmesi, toplumun söz hakkı, halkın iradesi gibi kavramların da anlam kazanması yolunda önemli bir adım olacaktır. KURUM İÇİ DEMOKRASİ
Ancak altı dikkatle çizilmesi gereken başka bir önemli konu vardır. O da demokrasinin her yere taşınması, demokrasi talebini ortaya koyanların, bu talebi hak edecek ölçüde demokratik bir yapıya sahip olmalarıdır. Bu manada sendikal faaliyetlerin demokratik usul ve esaslara uygun şekilde yürütülmesi, sendikaların örgütlenmesinde ve işleyişinde demokrasinin egemen olması son derece önemlidir. Kendi içinde otoriter, kendi içinde sadece yukardan aşağıya emirlerin iletildiği, buna karşılık karşılıklı iletişimin sağlanmadığı, her kademeye seçilişte liyakatin dikkate alınmadığı, delege iradesinin özgürlüğüne halel getirildiği, iş başına gelenlerin performansları ne olursa olsun o makamdan gitmedikleri bir yapının demokratik hakların mücadelesini layıkıyla vermesi beklenemez. O yüzden meslek kuruluşlarında, sendikalarda, sivil toplum örgütlerinde yapılanmaların, işleyişin ne ölçüde demokratik olduğu, gerçekten birer demokratik kurum olma özelliğine ne ölçüde sahip oldukları konusu hayati derecede önemlidir. Unutmayalım ki demos artık sadece genel seçimlerde siyaset oyununa katılanlar değildir, demos bugün çeşitli kurum ve kuruluşlar marifetiyle siyaset oyununa sürekli katılma imkânına sahip olması gerekenlerdir. Demokrasinin güçlendirilmesi, iktidarın en geniş şekilde topluma açılması doğrultusunda ortaya çıkan örgütlenmelerin bunu hak edecek özellikte olmaları demosun da alanını genişletecektir. Aksi durumda ise demokrasiyi talep eder gibi görülen bu yapılar kendi içlerindeki hiyerarşi dolayısıyla demokrasiyi sınırlayan, yığınların iradesini körelten, kendi var oluşlarıyla çelişen bir konumda olacaklardır. Yeni bir anayasanın gündeme geldiği, bu çerçevede memur sendikalarının daha etkin birer demokratik kurum olmalarının beklendiği bir zamanda, dikkatlerimizi biraz da bu kurumların içindeki demokrasinin durumuna çevirmek, buradaki olumsuzlukları dile getirmek önem taşımaktadır. İğne ve çuvaldız meselesi burada da söz konusudur. Demokrasiye asıl katkı, dışarıya karşı olduğu kadar içeriye yönelik olarak da demokrasinin yerleştirilmesi çalışmalarıyla sağlanabilecektir. * Memur-Sen Genel Sekreteri 13.03.2008
.