RAMAZAN ÇAKIRCI
Kuledeki Nöbetçinin Feryadı
“Gaflet tenbîhle, cehalet tâlimle giderilebilir;
ama ihânetin ilacı yoktur, hele sözde aydın ihanetinin.”
Son birkaç yıldır Haziran ayında ısrarla kamuoyunun gündemine sokulan tehlikeli bir konuyu müşahede ediyoruz. Her Haziran’da “Onur(!) Ayı” ismi ile kelimeleri ters yüz ederek kirleten küresel lobiler, milyonlarca dolarlık fonlarla eşcinselliği olağanlaştırmaya çalışıyor; kadın, erkek, çocuk, aile gibi fıtri olgu ve kurumları marjinalize eden eylemleri toplumların üzerine adeta kusuyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği (gender equality) ambalajı içerisinde masumlaştırılmaya, toplumsal cinsiyeti ana akımlaştırma (Gender mainstreaming) kapsamında yaygınlaştırılmaya çalışılan sapkın LBGT aktivizmi, insanlığı kültürel tahakküm altına almak, her tür sapkınlığı meşrulaştırmak, ahlaksızlığı dayatmak, kısacası insanlığın varoluş kodlarına saldırmaktadır.
2022 yılında ABD’de “Kadın Nedir? (What is a woman?)[1]” ismiyle bir belgesel çekildi. Küresel lobiler tarafından bu belgeselin hiçbir dijital platformda yayınlanmasına izin verilmedi. Geçtiğimiz günlerde Elon Musk’ın bu belgesele “her ebeveyn izlemeli” diyerek Twitter üzerinden erişim izni vermesi Twitter üst düzey yöneticilerinin istifasına neden oldu. İnsanın kadın ve erkek olarak iki cinsiyet olduğu hakikatinin altını çizen, aileleri kirli lobilere karşı uyaran belgeselin tartışmaya neden olması, konunun vehametini göstermesi bakımından önemli bir kanıt oldu.
Fıtri ve doğal olanı savunan insanları marjinalleştirerek hedef haline getiren bu baskı sadece medyada yok. Sapkın lobilere muhalif olan akademisyenler bilim dünyasından dışlanıyor veya işlerini kaybediyor. Yakın zamanda Yeni Şafak gazetesinde konuya dair hazırlanan bir dosyada görüşleri sorulan bazı akademisyenlerin “akademik geleceğimizi riske atamayız” diyerek fikirlerini beyan etmekten çekinmesi bu despotizmi teyit ediyor.[2] LGBT’nin gerçek yüzünü bilimsel olarak ortaya koyan akademik çalışmalara, uluslararası hakemli dergilerde yer verilmiyor. İş dünyasına; toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında eşcinselliği akredite edecek içerikler dayatılıyor, bu kirli aktivizme destek vermeyen iş adamlarının ticari alanları daraltılıyor, banka kredi notları düşürülüyor. Cinsiyetsiz karakterler dijital platformlarda rol model olarak gösteriliyor; çizgi filmlerde eşcinsel birliktelikler özendiriliyor. Sosyal medyada cinsiyetin tercih edilebilir (!) bir şey olduğu safsatasını reddeden hesap sahipleri; bulunduğu platformlarda linç ediliyor, nefret suçlusu ilan ediliyor, takipçileri siliniyor veya hesapları kapatılıyor. Sözün özü bu sapkınlıklara karşı çıkan herkes, hakikati haykıran her ses, küreselci çete tarafından boğduruluyor.
“Toplumsal cinsiyet eşitliği” (gender equality) teoride kadın ve erkeğin toplumsal rollerine işaret etse de pratikte biyolojik cinsiyete yani insanın ontolojisine karşı açılan savaşa koçbaşı olan “toplumsal cinsiyet ideolojisi”ne (gender ideology) dönüşüyor. Üretilen bu kavramsal muğlaklık üzerinden ülkemizde de sapkın lobilere sosyal siyasal ve kültürel alan açılıyor. ABD’de Beyaz Saray’a asılan LGBT bayrağının gölgesi Silivri’de bir okulun panosuna düşebiliyor. Gökkuşağı motifleriyle okullarımızda eşcinselliği sevimlileştirmeye çalışan gizli bir el dolaşıyor adeta. Aynı merkezden düğmeye basılmışçasına, cinsiyetin doğuştan değil sonradan tercih edilebilir bir şey olduğu, trans çocukların (!) varlığının kabul edilmesi ve okul müfredatlarının elden geçirilmesi gerektiği koro halinde söyleniyor. Anaokulu ve ilkokul çocuklarına sevimli maskelerle zerk edilen bu zehre kimi gafletten kimi cehaletten kimi de ihanetten ortak oluyor. Bazı Belediyelerin, meslek odalarının komisyonlar kurarak destek verdikleri, kimi derneklerin milyon dolarlık fonlarla at koşturdukları bu ortama bazı koşulsuz Batıcı, katıksız ilerici (!) eğitim sendikalarının da dâhil olduğunu görüyoruz.
Kuşkusuz tertemiz dimağların işleneceği ilk yerler olan okullarda örgütlenen bu zihniyetteki sendikaların neden olacağı yıkım diğer bütün örgütlü yapılardan daha fazla olacaktır. Dahası dine dair her kavrama, manevi değerlerin tamamına toptan reddiye getiren bazı sendikaların örnek aldıkları ülkeler, şu an bize korkunç gelen geleceği hâlihazırda yaşıyorlar.
Çocuk istismarının zirveye yaptığı Batı’da sigara satın alması bile yasak olan 18 yaş altı gençlerin LGBT bireylere dönüştürülmesine izin veriliyor. Cinsiyet değiştirme yaşı neredeyse ilkokul çağındaki sabilere kadar düştü. Giyeceği kıyafete, gideceği okula bile karar veremeyen küçük çocuklara hangi cinsiyeti seçmek istediği soruluyor. Çocuklarının rızası olmadan ebeveynlerin çocuklarının cinsiyetini ifade etmesi, 'Bir kızım bir oğlum var' demesi adeta “cinsiyet dayatması” sayılıyor. Çocuklarının cinsiyet değiştirmesine karşı koyan ebeveynlerin velayet hakkını ellerinden alınmasını isteyecek kadar gözü dönmüş küresel bir çete var.
Toplumsal cinsiyetin literatürdeki muğlak tanımı ile pratikteki yıkıcı sonuçları arasındaki tenakuz çok su kaldırır bir hamur olsa da, çocuklarımızı sapkın ideolojilerden korumakta, ne gaflet ve cehalet mazeret olabilir ne de ihanete tahammül edilebilir. Bizler toplumsal cinsiyet gibi muğlak bir kavramın arkasına saklanarak (ki LGBT aktivizmi bu ideolojinin içerisinde köklenerek büyümektedir) sınırlarımıza, inançlarımıza, değerlerimize saldırılmasına asla müsaade etmeyecek seyirci kalmayacağız. Memur-Sen olarak bizim için aileyi, ekini ve nesli korumak ülkemizi, geleceğimizi ve insan onurunu korumakla eş değerdir. Bu hassasiyetle başta 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu olmak üzere bütün kanunlardaki “gender ideoloji”yi söküp atmayı emek ve insan haysiyetini koruma mücadelemizin bir gereği olarak görüyoruz.
George Orwell’ın ifadesiyle sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir. Saldırı büyük, derin ve kapsamlı. Bu sapkınlığın devasa desteklerle, baskılarla, lobi faaliyetleriyle, şantaj ve tehditlerle sürdürdüğü kuşatmaya herkesin ve her kesimin itiraz etmesi gerekiyor. Özellikle de toplumun aydın, okumuş kesimlerinden bu itirazlar bekleniyor. Ancak maalesef binlerce sözde aydın neoliberal masallarla uyutulmuş, idrakleri felce uğramış, hakikate gözlerini kapatmıştır. Böylesi bir vasatta Memur-Sen’in duruşu Cemil Meriç’in deyimiyle “kuledeki nöbetçinin feryadını” yükseltmektir. Eğitimci ve sendikacı kimliğimizle çalışma ortamlarımızı, iş yerlerimizi, öğrencilerimizi bu sapkın ideolojilerin soysuz hesaplarından korumaktır.
[1] Belgeseli Türkçe Altyazı ile izleyebilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1vmv00fuTDc
[2] Dosyaya şu linkten erişebilirsiniz: