ARŞİV
Yeniçağa Uyanan Gençlik
Son yüz yılını savaşlarla, büyük sorunlarla, devasa çalkantılarla geçirmiş bir coğrafyanın çocuklarıyız.
Genç, birikimli ve üretken nüfusunun önemli bir kısmını Cihan Harbi ve devamındaki İstiklal Savaşı’nda kaybeden, geriye kalanını da pek çok sebeple işlevsiz hale getiren ülkemiz; yeni, diri, canlı, güçlü bir “genç prototipi” ortaya çıkarmak iddiasıyla bir yığın projeye – on yılda on milyon genç yaratmak sloganından, köy enstitülerine - büyük ümitlerle sarıldı.
Ne var ki, kendisinde geçmişinden hiçbir şey taşımadığına inanmış ve neredeyse tarihinden soyutlanmış bu kuşağın da önemli bir kısmı, 60’lı ve 70’li yılların tozu-dumanı arasında, inandırıldıkları büyük davalar (!) uğruna ya hayatlarını kaybettiler yada “politik bir aktör olma” idealine matuf hayallerini cezaevlerinde heba ettiler.
Bu serencam içinde, Mehmet Akif Ersoy’un büyük ümitler beslediği “Asım’ın Nesli”, Necip Fazıl’ın yarım asır boyunca çileyle ördüğü “Büyük Doğu”, Sezai Karakoç’ un yeni, büyük bir medeniyet tasavvuruna sahip “Diriliş Nesli” ve Anadolu’ da tüm zorluklara rağmen nice kanaat önderinin yetiştirdiği nice genç değer, statik egemen öğreti tarafından daima ya “öteki” yada “ mürteci” olarak tanımlandı ve devre dışı bırakıldı. 12 Eylül 1980’den sonra ise, gençler için sahneye yeni ve farklı bir oyun konuldu.
Bu yeni senaryoya göre gençlik, küresel mantığın örgüsü içinde tamamen tüketim aracı olacak, aynı zamanda apolitik bir figüre indirgenecekti. Zaten bu eğitim sistematiği içinde yer alan her genç birey, otuzlu yaşlarına kadar tüketici olmak zorundaydı. Aksi halde, yine eski ideolojik kamplaşmalar depreşebilir, yine durum kontrolden çıkabilirdi.
Bu depolitizasyon kurgusu, önceki dönemin heyulası ve bundan mütevellit korkular eşliğinde öyle bir ivme kazandı ki, artık genç kuşaklar, ne bir Sivil Toplum Kuruluşuna katılabilir, ne de herhangi bir siyasi hareketin aktif mensubu olabilirdi. Bu proje çerçevesinde hesapta olmayan bazı gelişmeler olsa da, bunlara “ayar” vermek mümkündü.
Özellikle eğitim sistemi ve tabii ki YÖK üzerinden yapılacak bu ince ayarlar sayesinde tek tipleşmeye karşı çıkanlara haddi bildirilir, milyonlarca genç beyin harcanabilir, hatta gerekirse bu durum bin yıl bile sürdürülebilirdi. Dünyaya sunduğumuz ciddi bir üniversal katkı olmasa da, insanlığa armağan edeceğimiz bir eser, bir üretim bulunmasa da, uluslar arası arenada birkaç bireysel başarı dışında –bilim, sanat, edebiyat, müzik, spor, felsefe vs.- sürekliliği olan yıldızlar çıkarmasanız da hiç problem değildi.
Yeter ki statik durum devam etsin. Ne mutlu ki, bu anlayışın hesabı tutmadı. Çünkü küresel rekabetin her alanda ve her gün attığı dev adımları, enformasyonun evrensel gücünü ve kuşatıcılığını başta gençlerimiz olmak üzere kavrayan insanımız, her türlü duvarı yıkıp geçti. İşte şimdi biz, tarihe ve insanlığa dair borcumuzun bilinciyle, yeni bir çağın ve bu çağa doğan genç insanın önünde merakla, heyecanla ve ümitle bekliyoruz.
Bu beklentiye duyulan hassasiyet sebebiyle, dergimizin bu sayısının dosya konusunu "Gençliğimiz ve Geleceğimiz" olarak belirledik. Daha özgürlükçü, daha katılımcı, daha donanımlı bir gençlikle daha müreffeh bir Türkiye idealimizi ve birikimlerini bizimle paylaşan ve katkı sunan herkese şükranlarımızı sunuyoruz.
(Memur-Sen Gazetesi’nin (Kasım-2010/3) 14. Sayısında yayınlanmıştır.)