ARŞİV
Hedef; Buhranlara kapı kapatan demokrasi bilinci ve kültürü oluşturmak olmalı
Kamu’da Sosyal Politika dergimizin bu sayısının konusu demokrasi ve kriz. Demokrasi ve kriz kavramlarının sözlük anlamlarını burada detaylı açıklamasını yapmayacağım, ancak kriz yerine kriz kavramına göre daha derin anlamlar içeren buhran kavramını kullanmayı tercih edeceğim. Hem Türkiye hem dünya dönem dönem demokratik, ekonomik, siyasi ve sosyal buhranlar atlattı. Bu buhranlarda insanlık ve milletimiz büyük travmalar, kırılmalar, yıkımlar yaşadı. Türkiye tarihinin en büyük buhranları darbeler, muhtıralar ve demokrasiye yönelik müdahaleler oldu. 27 Mayıs Darbesi, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül İhtilali, 28 Şubat Postmodern Darbesi, 27 Nisan E-Muhtırası ve Ayışığı, Sarıkız, Ergenekon gibi müdahale girişimleri demokrasimizin ciddi buhranlar yaşadığı, ülkemizin ve milletimizin her alanda kaybettiği zaman dilimleri oldu, bu süreçlerde ülkemiz dünyadan biraz daha koptu.
2000’li yıllardan sonra bir şekilde başlatılan ve hedefleri arasında AB kriterlerini yakalamak da olan demokratikleşme paketleriyle sivil siyaset alanı kısmen genişledi, sivil toplum kuruluşları daha etkin hale gelmeye başladı ve darbe ürünü olağanüstü hal dönemlerinin yasakçı uygulamalarından kurtulma iradesi oluştu. Merkezinde AB kriterlerinin değil milletin talep ve beklentilerinin, yani milletimizin kriterlerinin yer aldığı 12 Eylül 2010 referandumuyla da vesayetin şifreleri tamamen kırıldı, yeni demokrasi buhranları çıkmaması için sistem demokratikleştirildi. Referandumdan hayır çıkması halinde ülkemizin yeni bir demokrasi buhranıyla karşılaşacağı aşikardı. Memur-Sen olarak, bu anlayışla “Toplu Sözleşmeye de Toplumsal Sözleşmeye de Evet” sloganıyla destek verdiğimiz bu süreç, devletle-milletin yeniden buluşmasını, egemenliğin asıl sahibi millete iade edilmesini, sivil toplum ve sivil siyaset alanının genişlemesini sağladı. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen vesayetin tüm kökleriyle sökülüp atılması, bu topraklarda vesayetin yeni versiyonlarının çıkmaması için kamu alanının tamamen milletin alanı haline gelmesi, topyekun özgürlük için demokratik yeni bir anayasanın yapılması gerekmektedir.
Yeni bir anayasanın yapılması Cumhuriyet tarihinin en büyük devrimi olacak, Türkiye’nin bölgesel ve küresel aktör olmasında, hem bölgesine hem de dünyaya ilham veren liderlik rolü üstlenmesinde yepyeni bir vizyon kazandıracaktır. Ancak, malumdur ki, ‘en iyi yasalar kötü uygulamacıların elinde kötü sonuçlar verir” kuralı iyi anayasalar, iyi yasalar yapmanın yeterli olmadığını bizlere hatırlatıyor.
Bu durumda demokratik anayasalar, özgürlükçü yasalar yapmak yanında zihniyet değişimi, zihniyet devrimi de yapılması elzemdir. Çünkü, zihinlerimizde yasakçılığın, vesayetin ve şiddetin tortuları var ve bunu bazı uygulamalarda halen görebiliyoruz. Bu kapsamda, uygulamalardan, mevzuattan vesayetin izleri silinirken, zihniyet dünyamızdan vesayetin kalıntıları ve tortuları atılmalı, zihniyet dünyamız evrensel değerler, hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler ve insani değerlerle yeniden kodlanmalıdır.
Bu da yeterli görülmemeli, yeni buhranlar yaşanmaması için demokrasinin demokratikleştirilmesi sağlanmalıdır. Ne demek istiyorum: Demokrasi mükemmel bir rejim değildir. İyinin daha iyisi vardır. Toplumun ihtiyaçları, dünyadaki yeni gelişmeler ışığında demokrasinin demokratikleştirilmesi, sürekli geliştirilmesi dünya barışına ve huzuruna önemli katkı yapacaktır. Demokrasinin demokratikleşmesiyle bir nevi demokrasi buhran önleyici bir rol üstlenmiş olacaktır. Daha açık bir ifadeyle, demokrasi, kendisini hedef alan bütün buhranları kendisi önleyecektir Nasıl ki, temsili demokrasinin yetersizliği çoğulcu demokrasiyle, çoğulcu demokrasinin eksikliği katılımcı demokrasiyle tamamlanmaya çalışılmış, seçimden seçime demokrasiye katkı veren pasif vatandaş yerine, sivil toplum kuruluşları ve sendikalar aracılığıyla sesini duyuran aktif vatandaş profili ortaya çıkmışsa, kamu alanı herkesin alanı haline getirecek, sivil toplum ve sivil siyaset alanını güçlendirecek yeni demokratikleşme yöntemleri ve uygulamaları da geliştirilmelidir. Merkezinde insan, hedefinde insan onurunu esas alan her değişim ve dönüşüm, başta demokrasiye yönelik olanlar olmak üzere her alana ilişkin buhranları tarihin çöp sepetine atacaktır.
Elbette çoğulcu ve katılımcı demokrasi ile sivil siyaset ve sivil toplum alanını genişleterek, kamu alanını devletin alanı olmaktan çıkararak herkesin alanı haline getirmek önemli, ancak bunlar ülkemizdeki ve dünyadaki buhranları önlemek için tek başına yeterli değil. Demokrasi buhranlarını tetikleyen ve derinleştiren temel nedenlerden biri hiç şüphesiz ekonomik buhranlardır. Ekonomik buhranların temel nedeniyse insanlara dayatılan üretmeden tüketme hastalığı, en önemlisi de adil paylaşım sorunudur. Dünyadaki üretilen katma değerin yüzde 90’ının yüzde 10’luk bir kesime dağıtılması, küresel adalet noktasında büyük bir buhran olduğunun en büyük göstergesidir. Paylaşımdaki bu dengesizlik ve adaletsizlik, doğal ve kaçınılmaz bir biçimde bölgesel ve küresel çerçevede dünya demokrasisini de olumsuz etkiliyor. Küresel adalet konusuna girmişken, değinmeden geçilmeyecek konuların başında hak verirsiniz ki BM’nin yapısı ve karar alma çerçevesi yer alır. Bunun yanında Dünya Bankası ve IMF’de aynı kapsamda mercek altına alınması gereken kurumlardır. BM, IMF ve Dünya Bankası’nın yapısının demokratik olduğunu iddia etmek mümkün değildir. BM’de veto yetkisi olan bir ülkenin işareti ve iradesi, 200 ülkenin oyu ve birlikteliğinden daha büyük ve anlamlı bulunmaktadır. Daha da ötesi veto sahibi ülkenin kararı dünyada, katliamların devamına, insanlık vicdanının susmasına gelecek kuşaklara barış ve huzur kokan bir dünya bırakılmasına engel olmaktadır. Yine IMF ve Dünya Bankası’nda her ülke aidat miktarı kadar söz hakkına sahiptir. Dolayısıyla küresel bir demokrasi, küresel bir adalet sorunu var ki; bunu değiştirmediğimiz ve insan merkezli yeni bir üst yapıyı adalet temelli oluşturmadığımız sürece demokrasiye, insan haklarına ve insan onuruna yönelik üretilen buhranlar insanlığın hayatında var olmaya devam edecektir. Bugüne dair bir tespiti dikkatlerinize sunalım: Uluslararası kuruluşlar, bu anti demokratik yapılarıyla demokrasi, ekonomi ve siyaset buhranlarının ana üssü, kaynağı desek mübalağa etmiş olmayız. Bu kuruluşların yapıları da demokratikleştirilerek demokrasinin önündeki engellerden biri daha kaldırılmalıdır. Mısır’daki darbeye, Suriye’deki katliamlara Batı demokrasilerinin sessiz kalması hatta örtülü destek vermesi, uluslararası kurumların yapısının demokratikleştirilmesinin ne kadar zaruri olduğunun da açık delilidir. Yine barış, özgürlük demokrasi kavramlarının arkasına sığınarak emperyalist ülkelerin az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere müdahale etmesi, arkalarında gözyaşı, kan ve iç savaş bırakıp gitmeleri de küresel demokrasi buhranlarının varlığını ortaya koymaktadır. Küresel demokrasinin önemli buhranlarından biri de bugün yaşanan İslamifobya’dır. Batı demokrasileri halen farklılıkları içine sindirememiş, kendi medeniyeti dışındaki medeniyet değerlerine karşı ayrımcı anlayışını sürdürmektedir. Bu da çözülmesi ve aşılması gereken temel demokrasi buhranlarından biridir.
Demokrasi buhranlarının atlatılmasında sivil toplum kuruluşlarının ve sendikaların rolünü unutmamak bir tarafa buhrana kapalı bir demokratik sistem için bu kuruluşların öncü ve paydaş kimlik kazanmalarına destek vermek gerekir. Demokrasi buhranlarının yaşanmaması, üreteceği toplumsal zararların minimize edilmesi ve kısa sürede atlatılması için sivil toplum kuruluşlarının ve sendikaların buhran önleyici özelliklerinden yararlanmak gerekiyor. Bunu gerçekleştirmede karar alma ve yönetim süreçlerine sivil toplum kuruluşlarını ortak etmek, süreçleri onlarla birlikte yönetmek, sonuçları onlarla birlikte değerlendirmek, demokrasiye yönelik tehdit ve riskleri bertaraf etmek için ortak çalışmak en doğru yaklaşım olacaktır. Böylece, buhranların maliyetinin yüksek olmaması, demokrasiyi kesintiye uğratacak noktaya varmaması hatta hiç gerçekleşmemesi sağlanmış olacaktır.
Sonuç olarak, mevcut sistemin yenilikçi ve öğrenen bir sistem haline gelmesi, demokratikleşme ve sivilleşmenin süreklilik kazanması, önleyici politikalarla buhranların önüne geçilmesi, demokrasinin kurumsallaşması, vesayetçi yapıların hem sistemin içinden hem de zihniyet dünyamızdan sökülüp atılması için, herkese ve hepimize sorumluluklar düşmektedir. Bu çerçevede, farklılıkların ötekileştirilmesi değil berikileştirilmesi, çatıştırılması değil barıştırılması, ifade özgürlüğünün hayata geçirilmesi, kayıt dışılığın önlenmesi, adil bölüşümün gerçekleştirilmesi, sistemin insan merkezli düzenlenmesi gerekmektedir. Bu sağlandığında, bütün bunlar başarıldığında, demokrasi kavramsal boyutta derinlik, hayata geçirildiği saha yönüyle de genişlik kazanacak, demokrasi buhranlarının hem dünyada hem ülkemizde bir daha yaşanmamasına fırsat veren bir demokratik bilinç ve demokrasi kültürü oluşacaktır.
Memur-Sen olarak, kamu görevlilerine yönelik mali ve sosyal kazanımlar üretmeyi toplu sözleşme süreciyle sınırlı görmediğimiz gibi, demokrasi buhranlarının yaşanmaması noktasındaki çalışmalarımızı, çabamızı ve duruşumuzu da antidemokratik süreçlerle sınırlı tutmuyoruz. Demokratik haklarımızın kullanımını ve demokrasinin demokratikleşmesini seçimden seçime oy kullanmayla sınırlı görmüyoruz. Her an ve her zeminde demokrasinin kendini yenilemesi, buhran üretmemesi, buhranlara kapılarını kapatması için katkı yapıyoruz. Büyük destek verdiğimiz 12 Eylül Referandumu (Toplu Sözleşme Hakkı) ve özellikle en son açıklanan Demokratikleşme Paketi’yle (Kılık kıyafet serbestliği ve andımızın kaldırılması) milletimiz ve kamu görevlileri büyük kazanımlar elde etti. Bu kazanımların kalıcı hale gelmesi ve yeni hakların elde edilmesi için, demokratik yeni bir anayasanın olmazsa olmaz olduğunu düşünüyoruz. Bu kapsamda, geciken yeni anayasa sürecini hızlandırmak, referandumla sağlanan devlet-millet buluşmasını daha da güçlendirmek için sorumluluk almaya devam ediyoruz. Kararlığımız ve mücadelemiz tüm kamu alanları milletin alanı olana kadar sürecektir.